Emeğin Çukurovası | 2021 Çukurova Öykü Ödülü Seçkisi | Derleyen: Süreyya Köle ( d.1970 )
Okunma Zamanı: 01 – 05 Ekim 2022
Öykü | 1. Baskı – Mayıs 2022 | h2o Kitap | 212 sf.

Selâmlar Sevgili Kitap Dostları,
Önsöz‘deki bilgilere göre; Yeni Adana Gazetesi ve Çukurova Belediyesi’nin işbirliğinde gerçekleştirilmiş “EMEK” temalı öykü yarışmasına üç yüze yakın öykü katılmış. Gamze Güller ve Deniz Dengiz Şimşek bu öyküleri değerlendirmiş ve otuz öyküyü üst kurula göndermiş.
Seçici kuruldaki isimler şöyle: Nursel Duruel, Nihat Ziyalan, Murat Yalçın, Feryal Tilmaç, Mustafa Balel, Mehmet Erte, Süreyya Köle.
Emeğin Çukurovası başlığını taşıyan bu kitaba, “emeğin türlü halleri üzerine” yazılmış yirmi beş öykü alınmış. İlk üç öykü, aynı zamanda ilk üçe giren öyküler. Şöyle ki:
1- Baştan – Zeynep Paftalı ( İtalya )
2 – Uzayan İş Saatleri – Özgür Çırak ( İzmir )
3 – Sinekler – Mehmet Oğuz Aslan (Çanakkale )
Sondaki yedi öyküye ise “derleyenin seçimi” notu konmuş.
Öyküsü birinci olan Zeynep Paftalı ismi bana yabancı değil. Pan Yayınları’ndan çıkan 12 isimli öykü kitabını epeyce önce okumuş ve beğenmiştim. Emin adımlarla ilerlediğini görmek sevindirici.
Yarışma duyurusundaki,
“İstiyoruz ki edebiyatımıza dünden bugüne çok sayıda eser ve yazar kazandıran Çukurova, bu yarışma sebebiyle yeni kazanımlara olanak sağlasın, yeni eser ve isimlerin ortaya çıkmasının, fark edilmesinin yolunu açsın.“
cümlesindeki maksat hasıl olmuş galiba. Okuma sürecimde, her bir öyküde farklı duygulara ve düşüncelere meylettiğimi söylemek isterim. Her birini farklı sebeplerle sevdim. Rutin iş saatlerinden pamuk tarlasına, bir müzik provasından güvercin kafeslerine, kasabanın eşrafından deli kızına, annenin kızına vereceği çeyizlik pamuğundan bir Hıristiyan mezarlığına, çalışma verimini düşürüyor diye kitap okuyan oğluna kızan babaya ve daha nicesine…
“EMEK” temasına, her aşamada emek veren herkese yürekten teşekkürler!
Öykü seven okurların dikkatine…
Sevgimle ve şevkimle ilettim. Sağlık, esenlik ve kitaplar hep sizinle olsun!
Alıntılar:
🌳”Kendi unuttuğum dilime. Kendimden kaçan, kaçıp gitmesini engellemeye çalıştığım, kendime yabancılaşan ama her duyduğumda evimi hatırlatan dilime. Düşüncelerim başka dilde, onun sözleri başka dilde, benim ellerim başka dilde. Kafam Türkçede, şef İngilizcede, ellerim müzik dilinde. (…) Bağlanmışız bir kere. Kader. Kısmet. Gurbet. Vesaire.“
( s.1 – 2 / BAŞTAN – Zeynep Paftalı )
🌳”Aç karınla hayal kurulur mu? En çok o zaman kurulur. Ele geçirilecek nice nice şeyler birbiri ardı sıra geçer gider zihninden. Güç, kuvvet, kudret demek bu hayaller. Bu hayaller de olmasa yaşamak için bahane bulamaz insan. (…) Umutlandırıcı şeyler düşünüp kendini mi kandırsa, sefilliğini düşünüp daha mı çok öfkelense? Neyi düşüneceğini bilememek sonsuz bir denizde kulaç atmaya ne çok benziyordu. Ne çok yoruyordu insanı bunlar. Gidip gidip varamamak yahut hiç başlayamamak, başlamayı düşünememek aynı şeyler değiller miydi? Zaten gücü de yoktu.” ( s.73 / GELİNCİK – İsmail Çevik)
🌳”Şehri kurup imar eden, sonra şehri fetheden ne kadar çabalamışsa, bir o kadar da şehri keşfeden ter döküyordu. Törenlerle toprağın altına indirilen bedenlerden arta kalanlar törensel bir uğraşla tekrar gün yüzüne çıkarılıyordu. Bir keresinde bir küpte yedi bin yıllık buğday tohumları bulunduğunu duymuştu. Bu tohumlardan yetişecek suskun başaklar yedi bin yıl öncesinin hafızasını taşıyacak; yeniden toprakla, suyla, rüzgârla ve alın teriyle buluşmuş olmanın coşkusuyla patlayacak; belki de bu toprakların kaderini değiştirecekti. Buna vesile olmanın gururu ve sevinci hangi hazineyle ölçülürdü?“
( s.101 / TAŞLI TARLA – Emre Genç)
🌳”Az önce ganimet demiştim. Odamda orta halli bir kitaplığım var, çocukluğumdan beri edindiğim kitapları türlerine göre dizdiğim. Kitaplarımın yarısına yakınını bu sitenin çöplerinden çıkardım. Çöp diyorum da, buradan çıkardığım kitapların tamamı tertemiz torbaların içindeydi. Şiir, roman, öykü ve kişisel gelişim kitaplarının yanı sıra okul kitap ve defterleri de bulunurdu aralarında.“
( s.206 / RESİM – Yaser Bereketoğlu )
🌳”Deli kız ve ailesinin kaderleri tarla kuşlarınınkiyle aynıydı. Ekmek neredeyse oranın yerlisi, her memleketin garibi. Savrulup gidiyorlardı, yıkılıp gidiyorlardı işte…“
( s.164 / ÖTEKİLERİN GECESİ – Baran Arslan )
