Benden’iz James Joyce | Fuat Sevimay

Benden’iz James Joyce | Fuat Sevimay ( d.1972)

Okunma Zamanı: 05 – 25 Temmuz 2020

Hişt! Hişt! Ayvalık Tostu sever misiniz? Siyez unundan yapılmış James Joyce marka, organik iki adet tost ekmeğinin arasına, Türk ve Dünya edebiyatı malzemelerini özenle yerleştirip, onların muhtelif kısımlarına da Çevirmen’in yazar şapkasıyla yazdıklarından serpiştirin. İstanbul, Trieste, Dublin, Paris konsorsiyumunun ürünü tost makinasına bi’ güzel yerleştirin. Makul sürede yakmadan bekletin. Ortaya çıkan lezzeti, adı artık Ayvalık Tostu değil, damak çatlatan Benden’iz James Joyce’u afiyetle yiyin / okuyun!
▶️[ Yorumcu-okur, yukarıda, kitabın kurgusu akarken, Çevirmen’in ARA NAĞME olarak verdiği yemek tariflerine nazire yapmaktadır.]

Selâmlar Sevgili Kitap Dostları!
Temmuz okumalarımı kitleyen ancak buna değen bir kitapla, gece ve gündüz , yaklaşık 20 gün içli dışlı oldum. Ceymis Coyus ile uğraşangillerin, terelelli tayfasının Türkiye Şubesi Sevimay’ların Fuat’ı ciddi deli işi bir kitap yazmış. Başının etini yiyen biz okurlarına bundan güzel bir ödül olamaz sanırım. Baba’sının tarzı ile kendi tarzı, kimi yerde mizah eşliğinde kimi yerde muhtelif ve malum cenahlara eleştiri ile ahenkle dans ediyor. Böyle dedim diye de “çantada keklik” bir okuma sanmayın. Yine böyle dedim diye de “okunamaz” olarak algılamamanızı önemle rica ediyorum. Daha önce James Joyce okumamış olan okurların eline bir el feneri vermiş diyeceğim ama yetmez, bildiğin Deniz Feneri inşa etmiş dört temel eseri [ Dublinliler, Sanatçının Gençlik Portresi, Ulysses ve Finnegan Uyanması] için.Kitabı özetleme huyum yok, ancak şöyle bir çerçeve çizeyim; Gezi Direnişi’nde, taa Zürih’teki mezarından kalkıp, üstü başı toz toprak içinde Galata Kulesi’nde bitiveriyor. Çevirmen gözlerine inanamıyor. Eh yani “bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim ” durumu olmuş ama saat tutmamış. Sonra yine Galata Kulesi’nde kuş olup gidiveriyor, artık kimi örnek aldıysa!

Bu kadar mı 505 sayfa yani? Değil elbette. Ben başını ve sonunu ( bu ‘son’ konusu netameli) verdim, arasını siz sevgili okurlar okuyacaksınız; okuyacaksınız değil mi? Okuyun, okuyun!
Ben bu derece okuruna paye veren bir kitap okudum mu daha önce hatırlamıyorum doğrusu.
Ciddi emek. Bakın nasıl konuşturmuş Tanrı-Okur’u:
Edebiyatta son sözü okur yazmalı. Hep yazarlara mı mahkûmuz! Kendi aramızda, fırsat bulursak yazarla, olmadı kitabın kendisiyle konuşup tartışmayacaksak ne anladım ben o edebiyattan. Kitabı okudun bitti, kaldır rafa, yenisini al mı? ” ( s.502)

Yok, vallahi, raftan yenisini falan almadım, alamadım çünkü bildiğin kitabın kendisiyle didiştim, tartıştım. Sonuç mu? Sonuç; atın ölümü arpadan, okurun ölümü Joyce’dan; havadan, sudan, oradan, buradan, İstanbul’dan, kitaplardan, İrlanda’dan; vallahi yalandan kim ölmüş ( mü?) Yok, o derece hakkını yemeyeyim arada gerçekler de var. Şimdi burada yazıp okuma keyfinize limon sıkmak istemem ama bilmediğim şeyler de öğrenip heybeme kattım.
Madem sadece kurgu değil, başka türler ve başka ana yazar var içinde nereye koyacağız bu kitabı? Kitapta da bahsi var ama sevgili Fuat Sevimay bir röportajında da söz etmiş; “Biauthoraphy – Çifteyazar” diye tanımlıyor. Bendeniz okur olarak; okuma sürecimde yaşadığım türlü duyguları, içsel tartışmalarımı, bilgi kırıntılarımı da temel alarak başka bir tanım yapmak hadsizliğini göstermek istiyorum, affola lütfen. Okura paye vermiş dedim ya, iyiiice tepesine çıkayım! Roman, öykü, masal, deneme, alıntı, açıklama, dipnottaki özellik ( bakın bu da bilinenin dışındaydı), hepsini topladığımda – edebiyatta böyle bir teknik ya da terim var mı cidden bilgim yok – ben bu kitapta “KIRK YAMA” sanatının izlerini gördüm. Neden? Çünkü, pek çok konu, açıklama, iki yazar, edebiyat dünyası, siyaset vb. pek çok parça var tıpkı kırk yama gibi. Ama bütüne baktığınızda “vay canına, bu ne muhteşem bir şey” diyorsunuz. Dedim ya lütfen hadsizliğimi mazur görün çünkü kitabın atmosferini en iyi tanımlayan durum bu bana göre. Gerçi Fuat Sevimay’ın kişisel edebiyat geçmişine baktığınızda çok da kalıplara uymadığını görüyorsunuz. Çeviri eğitimi yok ama ciddi çeviriler yapmış. Joyce’a bakıyorsunuz , dayatılana eyvallah etmemiş, kalıplara sığmamış taşmış, Uluses olmuş Finnegans Wake gibi bir deli kitap yazmış. Yani “normal” bir şey beklemek zaten hem anlamsız hem de asıllarını inkâr olurdu doğrusu. “Düşünceleri, kültürü, duyguları paylaşmayacağız da mezara mı götüreceğiz.” ( s 471) diyen Çevirmen’e selâm ederim efendim.Benden’iz James Joyce nedir derseniz, ben değil, kendi miracını yaşayan Joyce cevap versin: “Hayatım sanat, sanatım hayattır. Edebiyat sanat, velhasıl hayat.”(s.458)Eh bunca lâkırdıdan sonra, eteğindeki pardon sepetindeki bütün taşları okurun yoluna emek emek döşeyen Fuat Sevimay’ın hakkını da gani gani teslim etmek istiyorum Hep yazın, hep okuyalım Sevgili Sevimay. Kitabın metinlerinden referansla oya gibi, ince ince işlenmiş – adeta al eline, hatasız bul yeri – İstanbul çizimlerini yapan Sevgili Ayşegül Sevimay’ın da hakkını teslim etmek boynumun borcudur. Elleriniz dert görmesin.
Sevgili Kitap Dostları,
Her okur her yazarı okumak zorunda değil elbette, ayrıca çok da sağlıklı bir yaklaşım. Ancak okumak isteyip de cesaret edemeyenlere diyorum ki işte cesaretiniz kitap olarak elinizde. İşiniz daha kolay… Deniz feneriniz mübarek olsun!

Az daha unutuyordum. Kitabın sonlarının sonunda, “Sahi sarmaşık olsan hangi duvara sarılırdın?” sorusu sorulmuş. Kitaptaki ( s.402) “…, yazar ile çevirmen, bir kökte uzamış sarmaşık gibi.” cümlesinden kopya çekerek, EDEBİYAT diyorum bir okur olarak💝📚

Sabırla buraya kadar okuyanlara teşekkür ediyor, sevgimle ve şevkimle iletiyorum.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s