Cevapsız Kalan Telgraf | Fikret Ürküp ( 1914 – 1977 )
Okunma Zamanı: 27 – 28 Haziran 2020
Selâmlar Sevgili Kitap Dostları!
Ne zamandır aklımda olan bir okuma yaptım. Hiç bir fikrimin olmadığı bir isimdi Fikret Ürgüp. İlginç bir kişilik gerçekten. Şaşkınlıkla karışık bir hayranlık uyandırdı bende.
Hayatı, edebiyat çıkışlı olmayıp, yolu edebiyata ve sanata düşenlerden. Edebiyat da bir sanat ama Sayın Ürgüp aynı zamanda resim de yapıyormuş hatta üç tane sergi bile açmış. Tıp Doktoru olup, iç hastalıkları uzmanı olmasının dışında bir de psikiyatri eğitimi almış. Ruh doktoru olarak çalışmış. Sait Faik’in yakın arkadaşı ve doktoru olduğu bilgisi de var özgeçmişinde.
Kendisinin öykülerini henüz okumadım. Lâkin iki yakın dostu Sait Faik Abasıyanık ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile ilgili farklı tarihlerde kaleme aldığı ve Varlık ve Yeditepe dergilerinde yayımlanan yazılarını okuyunca, ister istemez kendisinin ürünlerini de merak ettim.
Bu kitabı yayına hazırlayan Sayın Sevengül Sönmez, kitabın başındaki notunda şöyle söylüyor:
“Cevapsız Kalan Telgraf, Fikret Ürgüp’ün Sait Faik Abasıyanık ve Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında yapmayı düşündüğü çalışmanın çatısını oluşturan yazılarının bir araya getirilmesiyle oluşturuldu. Bu yönüyle Fikret Ürgüp’ün hayalini kurduğu ama hazırlayamadığı kitabı olarak da değerlendirilebilir.” (s.11)
Buna ek olarak, Selim İleri ‘nin de bir yazısı var girişte.
Sevgili Okurlar; kitap iki ana bölümden oluşmuş doğal olarak. BİR HİKÂYECİ başlığında Sait Faik’e, ŞAİR başlığında ise Ahmet Hamdi Tanpınar’a dair yazılmış metinler var.
Kitabın büyük bölümü – üşenmedim saydım – 62 sayfa Sait Faik yazılarına ait, 21 sayfası ise Tanpınar’a. Yazılardan anlaşıldığı üzere Fikret Ürgüp aslında ikisiyle de dost. İletişimleri oldukça verimli. Ancak Sait Faik’in aynı zamanda doktoru da olduğu için daha fazla bilgi sahibi olmasından kaynaklı geniş değerlendirmeler var. Yayına hazırlayanın notunda:
“Sait Faik Abasıyanık’ın yakın arkadaşı ve doktoru olan Fikret Ürgüp yazılarıyla onun ruh dünyasını anlamaya ve eserlerini psikanalitik bir bakışla tahlil etmeye çalışmıştır. Kitapta bir araya getirilen yazılar Türkiye’de bu tür çalışmaların öncüsü sayılabilecek yazılardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kültürel birikimini ve dünya edebiyatı içindeki yerini anlattığı yazılarında kişilik özelliklerine de yer vererek eserleriyle yaşamı arasında bağ kurmaya çalışmıştır.” diyor Sevengül Sönmez…
“Sait hepimiz için vardı. Yaşamanın büyüsünü yakalamıştı ve bizi sürüklerdi o büyünün içine. Yaşamak onun için sevgide başlar, sevgi ile biterdi.” diyor meselâ Fikret Ürgüp.
Hastalığı, annesi ve babası, Sait Faik’in özel hayatını nasıl etkilemiş. Çok kırılgan ve hassas geldi bana, üzüldüm.
Öte yandan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şair yönünden yola çıkarak kişiliğini tanımlamış. Kendi kendini yetiştirdiği için daha bir saygı duyuyor gibi algıladım yazdıklarından.
“Ne kadar sever insanlığı! Ben böylesini görmedim. Hem de iddiasızdır. Üstelik şair, yani kelimelerden yeni bir âlem yaratmak peşinde. Bu da güç bir meslek, ama insanlık kadar değil.” (s.79) diyor bir yazısında ve Tanpınar’ın kendi melankolisi içinde boğulmayıp bunu yapıcı bir şekilde eserlerinde kullandığını belirtiyor.
Bir anı var ki çok etkilendim. Tanpınar’ın öldüğü gece, sanki hissetmiş gibi, Fikret Ürgüp kalp krizi geçiriyor. Kötü haberi sabah öğreniyor.
Ne kadar şanslıyız ki böyle değerli yazarlarımız var.
Selim İleri, “Tanpınar’ın ölümünden nice yıllar sonra yeni bir okur kalabalığıyla buluşacağını sanki ilk kez Ürgüp ayırt ediyor. Tanpınar’ı kuşatmış büyük sessizliğin sona ereceğini müjdeliyor.” demiş sunuş yazısında.
Tanpınar’ı geç tanımış bir okur olarak, umarım dediği gibi olur diyorum.
Sevgili Dostlar; oldukça merakla ve keyif alarak okudum Cevapsız Kalan Telgraf‘ı.
İnanıyorum ki Sait Faik ve Tanpınar sevenler de benzer keyfi alacaklardır. Ancak bu iki yazarı hiç okumamış olanlara da içtenlikle öneririm çünkü samimi yazılmış bu metinler onları meraklandıracaktır.
Sevgimle ve şevkimle ilettim. Sağlık, esenlik ve kitaplar hep sizinle olsun.
Alıntı:
“İhtiraslar, hırslar, gönül kırıklıkları, kötümserlik ve hepsini bulandıran can sıkıntısı içinde geçen gündelik hayatı yaşarken dilinden anladığın sana benzeyen bir eski arkadaşla, edebiyattan, sanattan, insandan, güzel ve özlenen şeylerden konuşmaya başlayınca, sahiden bütün sıkıntılar unutulur ve insan kendinin hâkim olduğu dizginleri elinde bulunduğuna inandığı bir başka gerçek içinde bir an için rahatlar.” s.64