Hoşgörü Üstüne Bir Mektup | A Letter Concerning Toleration (1667) |
John Locke (1632,Somerset – 1704,Essex )
Merhaba Sevgili Kitap Dostları🙋🏻♀️
Kitapçı rafları arasında rastladım bu hazineye. Evrenin enerjisi bu açıdan hep benden yana sanırım, bunun için müteşekkirim doğrusu.
Sunuş bölümü dahil herşeyiyle dolu dolu 83 sayfayı 5 gün gibi bir sürede bitirebildim. Cümleleri çizmekten, “evet ya tam da bu” diye kendi kendime söylenme cümleleri sarfederek, bazen de yanımda kim varsa ona “dinle bak şu cümleyi” diyerek taciz ettiğim de oldu.
Her kim ki bu kitabı okur ve derse ki “ne var bildiğimiz şeyler”, fena halde yanılır. Evet bugün için bildiğimiz şeyler lâkin bu kitapta dillendirilip yazıya dökülen fikirlerin zamanı 1685 sevgili okurlar! Yani tamıtamına 333 yıl öncesi. Bunu dikkate almak ve saygı duymak zorundayız bence.
İngiliz Filozof John Locke’un bu düşünceleri aslında dinî hoşgörü kapsamında yazılmış. Kilisenin ve siyasi otoritenin sınırları, davranış durumları belli bir kültür ve din kapsamında ( İngiltere – Hristiyanlık ) örneklerle ve olasılıklarla verilmiş olsa da evrensel olmadığını söylemek çok yanlış olur kanımca. Zaten Felsefe de evrensel düşün dünyası yaratmaz mı “anlam ve anlamak ” üstüne kafa yormak isteyene?
Türkler, Osmanlı İmparatorluğu, Müslümanlık, Hristiyanlık, Papalık, İncil, Tevrat, toplum düzeni, mezhepler vb. bunların toplumsal varoluştaki yerleri, görevleri ve yaklaşım farklılıkları ve bunların olası sonuçları üstüne kaleme alınmış bir dosta hitaben, gayet içten yazılmış bir mektup var elimizde.
“Britanya anayasacılığına damgasını vuran Locke, İngiltere’nin günümüzdeki yönetim yapısını şekillendiren olaylarla dolu ( İç Savaş, Şanlı Devrim, Restorasyon, Hoşgörü Akti gibi) bir zaman aralığında yaşadı” cümlesi sanırım bir fikir verir size.
Fikirlerinin ise teoride kalmayıp “dönüştürücü güce sahip” olması toplumsal karşılığının da delili olsa gerek.
Türkiye genelinde yaşadıklarımızı düşündüm bu küçük ama dopdolu kitabı okurken. Mensup olunan dinin ya da inanmamanın pek önemi yok aslında. Burada asıl tartışılan şey mevcut toplum düzeninde güce sahip olanların sınırlarını bilmeleri ve insani düzeyde ise birinin diğerini ötekileştirmemesi bakımından değerli fikirleri içeriyor. Hatta ters alternatif sunarak ne olabileceğini de “cevap veriyorum” girişiyle açıklamaya çalışıyor.
Çok etkilenerek, yeni bilgiler ve terimler öğrenerek okuduğum bu felsefe kitabını sabırlı okurlara kesinlikle öneriyorum✔📚
Bu kitabı bizimle buluşturan Liberte Yayınlarına ve bu derece netameli bir metni başarıyla çeviren Melih Yürüşen’e de teşekkür ederim.
Evet Sevgili Kitap Dostları benden iletmesi 😊Takdir ve teveccüh sizden. Umarım bir nebze olsun sizi kışkırtabilmişimdir😉 Kitapların ışığı her daim üzerinize / üzerimize olsun efendim 🌸💖📚
“Hakikat, yasalarla öğretilemez ve onun insanların zihinlerine girmesini sağlamak için herhangi bir güce de ihtiyacı yoktur. Hatalar, aslında, yabancı ve ödünç alınmış yöntemler nedeniyle hüküm sürerler. Fakat hakikat kendi ışığıyla kendi idrakinin yolunu çizmezse, ödünç alınan vahşi gücün ona ilâve edecekleriyle kuvvetini yitirecektir.” sf.70
“Herkesin asıl ve ilk uğraşı, kendi ruhu, daha sonra ise, toplum barışı olmalıdır; her şeyin yakılıp yıkıldığını gördükleri yerde barışı düşünmeye yönelik çok az niyet bulunsa bile.” sf.74