KADIN DESTANI | AYLA KUTLU
“Ben Nippukir!..
Başrahibesi, URUK Kentinin.
Ay Tanrısı SİN’in güzel kızı İNANNA’nın,
Adına adanmış kentin Başrahibesi.
(…)
Hızlı yazıyorum, zamanım çok az.
Çünkü kadının destanını yazmayacak hiçbir kamış.
Ve insan için zaman hep azdır, ne tuhaf.
En önemsiz işlerde bile zamanın yetersizliğinden korktum.
Şimdiyse bütün yaptıklarımı ardımda bırakmalıyım.
Hiçbir şeyi değiştirmeden ve atlamadan:
Ölü bir köpeğin köpekdişleri kadar korkunç gerçeği anlatmalıyım:
Çünkü zaman ölüyor benim için.
Ya da kısa süre sonra,
Ben zaman için ölmüş olacağım.”
Merhaba Kitap Dostları🙋🏻♀️
Şiir-roman ( Destan ) ya da Sayın Ayla Kutlu’nun deyişiyle “koşuk dili”yle yazılmış Kadın Destanı, okuduğum 3. Ayla Kutlu eseridir. Yine yıllara yayılan titiz bir araştırmanın ürünü olup, beğenmeyip çöpe atılan taslakların olduğu ve sonunda doğru biçimi yakaladığında elimize ulaşan bu destanın zamanı M.Ö. 3000 yılı. Gılgamış Destanı’nı okuyanlara aşinâ gelecektir belki ama ben okumadım henüz. Burada Kral Gılgameş bir aktör, ancak adından da anlaşılacağı üzere odak noktası KADIN ve hem de DOĞA!
Yorumun başında Başrahibe Nippukir’in sözlerini okudunuz. O aslında romanın sonunun bir küçük bölümü; yok yok sonunu söyledim zannedip de kızmayın çünkü can alıcı yer bu kısmı değil, sonrası.
Bu destanı okurken nelerle ve kimlerle muhatap olduğumuza gelirsem; en başta kadınlar, doğa, mitoloji, tarih…Yani M.Ö. 3000 yılı Kral Gılgameş odaklı değil, ona maruz kalmış kadınlar odaklı…Bu nedenle biraz geriye giderek kurgu Başrahibe Nippukir’in annesine uzanır, oradan da onun kızı Liyotani’ye…Yani yaşadıklarıyla bir kadın ama iki kimlik var ortada. Bunca eski bir zaman dilimi romana ( destana ) fon olunca, işin içinden nasıl çıkılır diye düşünmeden edemiyor insan ama oldukça sade, sizi kanırtmayan güzel bir Türkçe ile okunası şiir-metin çıkmış ortaya. Ne rahat tarif ettim di mi? Bir de yazana sormak lazım neler çektiğini😊
Ben en çok neyi sevdim biliyor musunuz? Doğa tasvirlerini! Hani resim yeteneğim olsa tablosunu yapıverirmişim gibi geldi inanın. Gün doğumundan, çimenin yeşiline, esen rüzgarın kokusundan dalların salınışına, her türlü hayvanatın haline kadar okurun hayal gücünü eyleme geçiren bir kışkırtma hali var mısralarda. Bu gibi güzelliklerin yanı sıra, burnu halkalı köleler, ezilen kadınlar, canının istediği kadını malı gibi kullanan Kral Gılgameş ve sonrasında ona her anlamda(!) yarenlik eden Engidu. Bu Engidu aslında başka bir amaç ile yaratıldı Kırların Tanrıçası Aruru tarafından biliyor musunuz? Benimki de soru işte nereden bileceksiniz. Aruru, Dicle nehrinden bir avuç çamur aldı ve ona şekil verip kırlara fırlattı. Sonra Engidu epey bi zaman ormanda yaşadı hayvanlarla birlikte tıpkı bir hayvan gibi. Eee nasıl oldu da sonra ölümsüzlüğü arayan Kral Gılgameş’in has dostu oluverdi peki? Ve tapınak fahişesi Liyotani neler yaşadı ne bedeller ödedi de “İNANNA’nın, adına adanmış kentin Başrahibesi oldu? Okursanız öğrenirseniz diyeyim!
Fikrim şu ki; bu eserin ana konusu olan Kadın ve Doğa, 21.yüzyıl için bile toplumun en canı acıtılan, en tecavüz edilen ve en sömürülen iki temel olgusu olmaya devam ediyor. Belki de bu yüzden:
“Yürümekten başka hiçbir şey bilmeyen tarihin bir molasında kadınlara ulaşmayı umuyorum. Onların beni anlayabilecekleri bir molaya kadar beklemesini bilirim. Kaç bin yıl olursa olsun… beni anlayacak olanlar: Kadınlar!.. Ey Yazar, anlat onlara. Onlara kadınların diliyle anlat!..”
cümleleriyle başlıyor Süt ve Mermer isimli 1.tablet…
Ve Sayın Ayla Kutlu da diyor ki kitabın başındaki Sanat Anlayışı bölümünde: “Anlatmayı seviyorum. Anlatmak, paylaşmak için söze ilk başlayan olmaktır. Söze birinin başlaması şarttır. Yoksa iletişimi nasıl kurabiliriz?”
Ben de bir okur olarak diyorum ki; emek emek dokuduğunuz ve sade ama etkili bir dille çizdiğiniz tabloya, gözümüzde canlandırdığımız her bir film karesine, verdiğiniz derse, hatırlattığınız insan zafiyetine varıncaya kadar, benimle kurduğunuz iletişime yürekten teşekkür ediyorum Sayın Kutlu.
Aslında yazacak çok şey var ama can alıcı yerleri yazmaktan çekindiğim için burada bitireyim yorumumu… Destanın kendisi 212 sayfa olmakla birlikte, girişte bir makale ve harita, sonda ise yazarımızın oluşturduğu bir sözlük, 2 değerlendirme yazısı ve 2 röportaj bulunmakta. Ben öncelikle bu bölümleri okuyup notlar çıkardım sonra destanı okudum. Tercih okuyacak olanlarındır efendim. Ayla Kutlu kalemiyle daha önce tanışmadıysanız bu eseriyle başlayabilirsiniz. Daha önce Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarını fon olarak alan Bir Göçmen Kuştu O romanını ve devam kitabı Emir Bey’in Kızları’nı okumuştum. Fırsat buldukça diğer eserlerine de el atacağım inşallah…
Sevgimle ilettim sevgili okurlar. Sağlıkla, esenlikle ve hep kitapla kalınız.
Alıntılar:
⚘”Yaşam tutunulması gereken, doruktaki kaya,
Aşağısı gözle görünen yokluk.” sf.34
⚘”Elde edilmemiş olanı aramak sevdasıyla yanıp tutuştular.
Ölümsüzlüğün ardına düştüler… Üstünde yaşadıkları toprağı küçülten bir kendini beğenmişlikti bu.
Gününü kendine zehir eden insanoğlu, aradığı şeyle
yaşamın sunduğu tüm tatları unuttu. ” sf.155
⚘“Bir aldırmaz yanı var insanoğlunun.
Eskiyi yeniyi düşünmeyen, neden sonuç bağını kurmayan.
İpuçlarını bağlayamayan birbirine.” sf.204
⚘“Tohumu ölümlü yaratılmıştı insanoğlunun, öyle kalacaktı.
Doğumu kadınlar yapacaktı büyük acılarla.
İnsan dünyaya baş aşağı gelecekti,
Küçüklüğünü bilsin diye.
Akıllı olmaya mecburdu kadınlar.
Gücü aktaran onlardı kuşaktan kuşağa.
Titrek gölgelere dönüştüklerinde bile sevgileri tükenmezdi.
Yaşadığı için çok şeyi:
Tanıklık yapardı kadın, kırılganlığın gerekliliğine ve dünyanın düzenine.
İşte buydu bütün gerçek…” sf. 211