YILKI ATI | JADE | ABBAS SAYAR (1923 – 1999 )
Merhaba Sevgili Kitap Dostları🙋🏻♀️
Nisan ayının son kitabı ile selâmlıyorum sizleri.
İlk kez tanıştığım bir yazar Abbas Sayar. Başka bir kitap araştırırken karşıma çıkanlardan❤ Öyle sevdim ki dilini. Yozgat doğumlu. İstanbul’da da yaşamış ancak daha sonra Yozgat ‘ta bir matbaa kurarak gazete çıkarmış. Şiirleri ve romanları var.
Okumuş olduğum Yılkı Atı romanı, 1971 TRT Roman Başarı ödülü almış. Çelo romanı 1973 yılında TDK ödülünü, Can Şenliği romanı 1975 yılında Madaralı Roman ödülünü almış.
YILKI ATI, yöresel kelimeler ve deyimler de kullanılarak, çok doğal masalsı bir anlatımla ve muhteşem doğa tasvirleriyle beni benden aldı👌❤ Ya da ben böyle bir tarzı özledim. Her şekilde ben bu kalemi sevdim; bu yüzden bu kadarla kalsın istemedim. 2 roman , 1 öykü ve 1 aforizmalar kitabını da sipariş verdim yoldalar efendim🙈😊
Neymiş konusu: Orta Anadolu’nun bir köyünde artık yaşlandığı düşünülen Dorukısrak, sahibi İbraam efendi tarafından yılkıya bırakılır yani doğaya salınır. Dorukısrak birkaç kez eve dönse de kapı dışarı edilir kara kışta. Evin anasının ve oğlunun içine sinmez bu durum amma İbraam’ın yüreği yumuşamaz. Bundan sonrası gayrı Dorukısrağın kış kıyamette hayatta kalma mücadelesidir. Neler gelmez ki başına. Sonu mu? Bilmem, okuyuverin gari😋
Ben yöresel kelimeler ve deyimleri pek anlamasam da konuyu anlamama engel olmadı, tam tersi çok sevdim. Tablo çizer gibi tasvir edilen doğaya hayran kaldım. Bence okuyun ve tanıyın bu yazarı! Sevgimle ilettim; elçiye zeval olmazmış😉
🐎”Doru, korku, tiksinti ve yalnızlığın verdiği ürperti ile kişnedi.” sf.40
🐎”Yel uluyordu. Kar tozuyordu. Gök, un eliyor, yel onu keyfine göre oynatıyordu.” sf.52
🐎”Fırtına sargındı. Hırsını kolay kolay yeneceğe benzemiyordu. Her köy büyük bir hapishane, het ev kapısı kilitli koğuşa benziyordu. Aci yel bacalardan dilini odaklara uzatıyor, alevi söndürüyor, dumanı yiyenler gözleri kapalı öksüre öksüre kapı yönüne fırlıyorlardı. Dirlik dışlık kalmıyordu.” sf.59
🐎”Yılkı atları ya çok soğuk, ya da tehlike karşısında birbirlerine sokulurlar. Hava ılıdı mı, tehlike kalktı mı dağınık düzene geçerler. Bulduklarını midelerine atmağa çalışırlar. Karınları doyunca da ayakta durgunlaşırlar. Kıpırdamazlar, göz kapakları aşağı düşer, soluk alışları yavaşlar. Yarım bir uykudur bu. Dinlendirici bir haldir bu…” sf.67
🐎”Nisan, pek hoş iner OrtaAnadolu’ya…Zaten koskoca bölgenin gün gösteren, umut dağıtan, yüreklere huzur aktaran, gama gasavete ‘git öte’ diyen iki ayı vardır: ‘Nisan, mayis…’ Çoğunluk arızalı arazide bahar nişanla birlikte ‘ben geldim’ der. Kara topraktaki kıl boyu yeşile özenti düşer. Alır vurur her bir yönü. Çiğdemin ardından koyungözü(papatya), dağı taşı süt beyazı çiğdem sarışına boyar. Dere kıyılarındaki ismini cismini bilemediğimiz bin bir çeşit, bin bir renk çiçek dağda, bayırda kel tepeciklerde uğrun uğrun salınırlar. (…) Huzur umutla yarış eder, dal yaprakla…” sf.99