Bilmemek | Milan Kundera
Merhaba!
Daha kitabın başlarında, “Vurgulayalım: Bütün zamanların en büyük serüvencisi Odysseus, aynı zamanda en büyük gurbetçidir de.” cümlesi ile karşılaşınca, “işte buyur Çiğdem, aklın Odysseia’ya takılıyken, sen misin İlahi Komedya’yı tercih eden, işte böyle yüzüne yapıştırıverir Kundera dedim kendi kendime.
Bu ne ki 133 sayfalık kitapta kaç kere “dönüş” yaptı destana bilseniz. Daha kitabın başlarında o afili cümleyi söylemesi boşuna değil yani. Ülkesi İthaka’ya dönme hayali kuran Odysseia’yı aklınızda tutun…
1968 Bohemya’yı (Prag) Ruslar işgal eder; ikinci çocuğuna hamile İrena, çocuğu ve kocasıyla Paris’e göçer. Fakat kocası bir süre sonra ölür. Tek başına iki çocukla kalan kadın Prag özlemiyle ( sıla hasretiyle) dolu olsa da geri dönmez ve hayatını düzene koyar. Herkes onun bir sığınmacı oluşuyla ilgilidir, kimse geldiği ülkesini “bilmek” istemez. Ülkesinde komünizm bittiğinde bile hâlâ onu benimsemeyip, dönmek istememesine şaşırırlar ve iletişimi keserler.
Milan Kundera denince aklıma ilk gelen adını bilip kendini “bilmediğim” Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabı gelir ki bu yazarı okumuşluğum yoktur. Ne yalan söyleyeyim, Atöyle olmasa okuyacağım da yoktu doğrusu. Fakat iyi oldu tanıdığım. Öteki olmak, sığınmak, yabancılaşmak ki sadece ülkene değil insanların birbirine de yabancılaşması, merhamet, hükmetmek, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak, kendi hayatına hükmedememek, tanıdığını varsaymak vb. diye tanımlasam geleceğim yer sanırım “yurtsuzluk” olurdu. Yurt ve vatan kavramını, kapitalizme, tek tipleşmeye vurgu verirken aslında “kişiliksizliğe” dönüşme ya da kimliksizliğe mi desem. Çünkü sizin bilinçaltınız belli bir yerde takılı kalmışken ve aradığınızı belleğinizdeki imge ile ararken, bulduğunuz şeyin/kimsenin kafanızdakiyle hiç bir ilgisinin olmama hali. Şöyle bir düşündüm de işin içinden çıkamadım çünkü ciddi bir travma hali. Ne annen tanıdığın annen ne sevgilin tanıdığın sevgili ne de arkadaşların bildiğin ya da “bilemediğin” arkadaşların. Bir an geliyor, yol aldım sanırken, birden herkesin sana karşı aslında belleğinde başka bir sen olduğunu hem de kendinin bile belleğinde o kişileri başka başka kodladığını farkediyor ve hayal kırıklığı yaşıyor ya da “bilememe” halini keşfediyorsun fena halde; yoksa bir aydınlanma hali mi denmeli…
Karışık mı oldu? Olduysa affola 🙈 Merak etmeyin Odysseia örneğine dönüşlerle Odysseus’un durumundan İrena, annesi, sevgilisi İsveçli Gustaf ve Danimarka’ ya göç etmiş gençlik aşkı Josef sarmalında unutma, bilmemek, hatırlamakla ilgili bir kurgu var karşınızda. Rahat okunan ve akan bir kurgu ayrıca. Ancak konu kallavi… Öteki olmak nasıl bir duygu? Zor yahu. Ya değişen dünya düzeninde değişen değerler? Özgür olacağını sanırken:
“...uluslar egemenliklerinden şimdi her zamankinden de uzaklar. Ne ekonomilerini, ne dış politikalarını, hatta ne de reklam sloganlarını seçebiliyorlar.” cümlesinin acı gerçeğine vuruveriyoruz kafamızı…
Bu kitap ilişkileri içerse de okkalı bir sistem ve düzen tespiti ve eleştirisi. Kendini, kimliğini bildiğini sanan hatta bilindiğini sanırken yeniden bulmak ya da ispat için neye dönüleceğini “bilmemen”. Yol ayrımı…
Rüzgâr kırdı dalımı ellerin günahı yok misali; rüzgarın türüne ve “el” in kim olduğuna göre değişir mi kırılan dalların hesabını sormak diye soruyorum kendime.
“Vedalarda başarısız olan kavuşmalardan pek büyük bir şey bekleyemez.” demiş Kundera. Sıkı kelâm etmiş. Zira, Odysseus misali, çoğumuzun ulaşmak / dönmek istediği bir “İthaka”sı vardır belki.
Hayat denen gaya kuyusu kimseye, “Aynaya baktım kendimi göremedim” dediğimiz günler yaşatmasın. Bu pilav çok su kaldırır, ben kaçtım… Tanışmak isterseniz okuyun diyorum. Ben bir kitabını daha okurum.
Sevgimle ilettim efendim 🙌💓📚
“Gelecek konusunda herkes yanılır. İnsan ancak şimdiki andan emin olabilir. Ama gerçekten doğru mu? İnsan şimdiki zamanı gerçekten tanıyabilir mi? Onu yargılayacak yeteneği var mıdır? Elbette ki hayır. Çünkü, geleceği bilemeyen biri, şimdiki zamanın anlamına nasıl varacaktır. Şimdiki zamanın bizi hangi geleceğe götürdüğünü binmezsek, şimdiki zamanın iyi ya da kötü olduğunu, onu benimsememizi, kuşku duymamızı ya da nefretimizi hak edip etmediğini nasıl söyleyebiliriz? ” sf.99