SEÇME HİKÂYELER | SAİT FAİK ABASIYANIK 

Bu ne yeşil, ne mavi bu, ne sarı? Yolumuzda.

Nasıl koyup gitmeli bu denizi, bu kırları?

Uğulda, uğulda, uğulda sonbahar rüzgârı,

Bir dal kırabilir misin bakalım, gönlümüzde?

Bu şarkılar, bu hâlis sözler varken, dilimizde.”

demiş Ahmet Muhip Dranas bir şiirinde…

Ben ne desem hadsizlik olurdu Sait Faik’in Seçme Hikâyeler’i için; benim yerime, bu güzel dizeler, hem duygularıma hem de usta öykücümüzün “hâlis sözler”ine rehberlik etsin istedim.
Ben yine, içimdeki coşkudan olsa gerek, damdan düşer gibi girdim yazıma galiba…
En içten merhabalarımla selamlıyorum sizi efendim….
Sait Faik Abasıyanık… Okulda adını duyduğum, edebiyat derslerinden, sadece adını hatırladığım Son Kuşlar’ı… Sonra? Sonrası fena halde boşluk… Kendimi kötü hissetmeme sebep oldu Seçme Hikâyeler isimli öykü kitabını okumak. Hayıflanma, kızma, azarlama aklınıza ne gelirse işte öyle bir kendime yüklenme hali… Öyle güzel, öyle doğal, öyle mahir ve kimi zaman hüzün barındıran öykülerdi. HA-Rİ-KA! ÂŞIK OLDUM!
Hepsi birbirinden anlamlı öykülerin, ancak Ada yaşamından öncesine ve genelde kendi için öz eleştiri yaptığı – öyle algıladım  –  Haritada Bir Nokta isimli öyküsü yüreğimin derinine dokundu.

Her birimiz kendi adamızda neler yaşıyoruz. Öyle değil mi? Hani demiş ya Hz. Mevlâna:

her insan bir âlem” diye,

kendini doğaya ve yazmaya teslim etmiş Sait Faik’teki yansıması da “ada” olmalı diye geçti aklımdan. Nasıl bir küskünlük ile yazmamaya karar eylemişse, öyle bir olaya şahit oluyor ki ben susayım, kalanını ondan okuyun:

Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum türtüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” Sf.109
İşte bu “ada” olma halini başka bir şekilde, Açık Hava Oteli isimli öyküsünde de şöyle dile getirmiş:

Milyonluk şehirlerde de yaşasa insanoğlunun hayatında bir yalnızlık, bir kendi içine çekilme günleri doludur. İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerede? En yakınlarımızdan bile uzaklaştığımız, derdimizi kimseciklere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı? Karı, koca, ana, oğul, kardeş, baba hepsi ayrı ayrı kederlenir, ayrı ayrı üzülür.Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur arkadaş, dost, sevgili, oğul, ana, baba, kardeş hepsi elimizi bırakıverir.Öyle günlerin en kaçılacak yeri neresidir? Ben kendi nefsime böyle günlerimde parklara giderim.
Her şekilde doğaya sığınma, doğayla hemhâl olma durumu var öykülerinde. Tabiat’ı,  “Ana” bildiğimizden olsa gerek. Ancak analar yavrusunu kayıtsız şartsız bağrına basar ya ondan mı acaba doğaya olan derin sevgimiz. Öyle Ya, yediriyor, giydiriyor, iyileştiriyor, koruyor…

Eyvah, konuyu dağıtmadan döneyim öykülere…

Öykülerde en dikkatimi çeken başka bir konu da şu; denizcilik terimlerine, denize, balığa, oltaya dair her şeyi çok iyi bilmesi. Maşallah kırk yılın usta denizcisi gibiydi. Adını bile duymadığım balıklarla tanıştım yahu şu yaşımda. Acı bir gerçek de, adını saydığı o balıkların pek çoğunun artık olmadığı olsa gerek. Ne hüzün… Ne yazık…
Hangi öyküyü yazsam eksik kalacak ama, sözlerimi Son Kuşlar isimli öyküsündeki şu uyarıyla, daha doğrusu müthiş öngörüsüyle bitirmek sanırım yerinde olur. İnsanın hoyratlığını çok güzel çözümlemiş üstad:

Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.” Sf.85
Evet… Hikâyesi O’ndan… Okuması bizden…
Hepinize kendi Ada’nızda huzurlu, mutlu ancak Anakara ile de seviyeli bir bağlantı halinde güzel günler diliyorum. Sağlığınız yerinde, kitabınız bol olsun efendim…
Ayy, pardon yahu… Nasıl da unuttum!
Hişt, Hişt! Size diyorum size! Evet, evet siz, daha önce Sait Faik okumamış olanlar! Siz de benim gibi geç kalmayın, olur mu? Eh, bu kadar lâkırdıdan sonra, “okuyun tabiki”, “şiddetle öneriyorum” gibi uyarılara gerek yoktur diye düşünüyorum. Yanılmıyorum, değil mi? Ha, bu arada o “Hişt, Hişt!” var ya , o da kitaptaki öykülerden birinin adı, 115. sayfada. İnanmayan, alıp baksın, sonra arkamdan gıybet etmeyin: “ayy ne kaba kadın, nasıl seslenmiş bize” diye…

Hadi şimdi gerçekten, herkese baş baaaaş!

#kitap #okudumbitti #okumahalleri #neokudum #okuyun #kitapperest #kitapönerisi #kitapyorumu #edebiyat #öykü #saitfaik #işbankasıkültüryayınları #masadergi #blog #blogger #çiğdemiskent

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s