DUBLİNLİLER | DUBLINERS | JAMES JOYCE
“...artık başıma gerçek serüvenler gelmesini istiyordum. Ama gerçek serüvenler de evde oturan insanlara gelmez diye düşünüyordum: Uzaklarda aramalı onları.” (s.51) cümlesi mi?
yoksa;
” Bembeyaz yüzünü çevirdi ona, edilgin, çaresiz bir hayvan gibi. Gözlerinde ne bir sevgi vardı ne bir veda ne de bir tanışıklık.” (s.72) cümlesi mi?
ya da;
“Su götürür yanı yoktu bunun: Başarıya ulaşmak istiyorsan gideceksin buradan. Dublin’de hiçbir şey yapamazsın. ” ( s.106 ) cümlesine ne dersiniz?
Hangisi daha çok kıstırılmışlık hissi uyandırıyor okuduğunuzda bilemem ama daha nicesi ve kallavisi mevcut öykülerde…
Çok mu paldır küldür giriş yaptım ne…
Merhaba Kitapseverler!
Dublinliler, okuduğum ikinci Joyce kitabıdır – 1994 yılında okuduğumu sandığım Ulysses’i okuma girişimimi saymıyorum elbette – zira yeniden okunacak.
Dublinliler, 15 öyküden oluşmuş bir kitap. 15 öykünün her biri ayrı karakterler içermesine rağmen okurken ortak temayı hissediyorsunuz. Samimi hissim ; çaresizlik, alışkanlık, baskı, riyakarlık ve yozlaşma…
İletişim Yayınlarının Klasik baskılarının Önsöz ve Sonsöz içermesi bir okur olarak kitaptan çok daha keyif almama sebeptir. Onları okurken aldığım notlar ve ayrıca her bir öyküyü okurken tekrar geri dönüp okuyabilmem güzel bir histi.
Hayır, hiç kafam filan karışmadı ve sıkılmadım; merak etmeyin siz de sıkılmazsınız. Onları okumasanız da öykülerden hoşlanacağınızı düşünüyorum her ne kadar negatif şartlar olsa da… Ancak ön bilgileri okumak, Joyce gibi simgesel yazan bir yazarı daha iyi anlamanıza katkı yapacaktır. Çünkü bu ilk eseri, bundan sonra gelen Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’ne (1916) geçiş sağlıyor diyor Joycebilirler…
Portre’yi okurken , Stephen Daedalus karakteri, Dublin’den kaçmak istiyordu. Dublinlileri okurken, tüm öykülerden öyle bir Dublin tanımlaması çıkıyor ki karşınıza, adam kaçmasın da n’apsın yahu…Yani ,notlarıma göre bu kitap, “kaçmasaydı nasıl bir hayatı olurdu”nun cevabı gibi…
Kitabın en önemli öyküsü, en son öykü ÖLÜLER… Ve benim de en sevdiğim öykü oldu gerçekten. Hem anlatışı hem de içindeki karakterler nedeniyle… En nefret ettiğim karakter ise Suretler öyküsündeki Farrington oldu. Nedenini öyküyü okuyunca anlarsınız.
Kompozisyon yazarken giriş , gelişme, sonuç aşamalarından geçer ya, bu öyküler de böyle “bir tasarıma göre sıralanmış”.
Şöyle ki; ilk üç öykü çocukluk üstüne, sonraki dört öykü Gençlik üstüne, devamındaki dört öykü Orta Yaşlılık Üstüne ve son dört öykü ise Toplum hayatı üstüne… Kısacası, bir insanın yaşam döngüsünü sıralamış resmen.
Şimdiii, 15 öykünün hepsini tek tek yazmayacağım elbette; ancak ortak konuları belirtmem gerekli, çünkü onlar Joyce’un tepkisini çekip,eserlerine kaynaklık eden konular. Hatta onlara “ağ” ismini vermiş. Bu ağlar insanların gelişimine engel olup, onları hüsrana uğratarak tutsak eden konular; DİN – DİL – MİLLİYET…
Ve hatta Portre’de şöyle demişti:
“Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne. Sen bana uluşçuluğun, dilin, dinin sözünü ediyorsun. Bense bu ağlardan kaçmaya çalışacağım.” (s.266 )
Uzun lafın kısası; Dublinliler, “kaçamayanların, tutsak kalanların öyküleridir.”
Önerir miyim? Nasıl önermem ki bu güzelliği…
Mutlaka okuyun diyorum… Okurken pek çok şey tanıdık bile gelebilir. Daha önce James Joyce ile tanışmamış olanların ise ilk başlayacakları kitap bu kitaptır, sonra Portre’dir. Daha sonra Ulysses ve Finnegan’s Wake ( Finnegan Uyanması ) i okuyabilirsiniz…
“Yaşamak, yanılmak, düşmek, kazanmak, hayattan hayatı yaratmak!” (s.230 ) demiş Üstad Portre’de ve öyle de yapmış bence hem de şa-ha-ne bir şekilde….
Sevgimle ve keyifle ilettim…
Darısı okuyacak olanların başına diyerek müsaadenizi istiyorum….